5 Eylül 2013 Perşembe

Kelebeğin Rüyası

Bilenler bilir, Boran tam bir sinema fanatiği. Boran' la tanışmadan önce kırk yılda bir, çok popüler, merak ettiğim bir film geldiğinde ancak sinemaya giderdim. Boran' la birlikte ben de sinema sevdalısı olup çıktım. Arda doğmadan önce hemen hemen her Cuma akşamı bizim için sinema demekti. Boran' ın vizyondaki her şeyi izleyebilme kapasitesi olsa da, özellikle hamileyken ben bazı filmlerde sinemada uyukluyordum. Yine de bizim için vazgeçilmez bir aktiviteydi. Ta ki Arda doğana kadar :)

Arda' yı her Cuma anneme bırakıp sinemaya gitmek, hele de çok küçükken yapılabilecek bir şey değildi. Zaten 2 saatten fazla benden ayrı kalamıyordu, malum emzirme olayları.. Tabi Boran' ı bağlayan bir şey olmadığı için o arada kaçıp tek başına gidiyordu, hala da gidiyor. İçten içe ve hatta bazen gayet dıştan :) Boran' a kızsam da yapacak bir şey yok. Evet onun yaptığı bencilce olabilir ama kendim gidemiyorum diye onu da en sevdiği aktiviteden alıkoyarsam ben de bencillik etmiş olurum. Ancak özellikle çok beklediğim, merak ettiğim, mutlaka izlemeliyim dediğim bir film gelirse elbette o zaman Arda' yı anneme bırakma hakkımızı kullanıyoruz.

İşte şimdilerde Oscar Aday Adayı olarak gündeme gelen güzel film "Kelebeğin Rüyası" nı da gerçekten çok merak ediyordum. Normalde pek Türk filmi, hatta özellikle dram tarzını sevmemesine rağmen Boran da merakla bekliyordu. Ancak maalesef filmin 15. dakikasında annemin telefonuyla hevesimiz kursağımızda kalmış bir şekilde salondan çıktık. Daha önce de Arda' yı bırakıp oraya buraya gitmişliğimiz vardı elbette, ilk kez annemle kalmıyordu. Ancak tam da o gün bize inat edercesine deli divane şekilde ağlamış. Ne yapsalar susmamış, annemlerin evini, babamı yabancılamış, neredeyim ben, annem babam nerede der gibi duvarlara bakıp bakıp acıklı bir şekilde ciyaklamış :) O filmden ilk 15 dk sonra çıkmak zorunda kalmak nasıl içime oturmuştu anlatamam. Anneliğin gerçek yüzüyle bir kez daha karşı karşıya gelmiştim. Artık senin hayatının pek de bir önemi olmadığı, özgürlüğünün kalmadığı, tamamen bebeğine bağımlı olduğun gerçeği tokat gibi yüzüme çarpmıştı.

Cem biz filme gitmeden önce "1 günlük ömrü olan kelebeğin nasıl 3,5 saat rüyası olabilir ya, gidilir mi o filme, patlanır sıkıntıdan" demişti :) Nazar değdirdi herhalde ki bizim için o rüya 15 dk. sürebildi ancak :) Daha sonra tekrar gittik tabi filme, yüreğimiz hop hop ederek, acaba her an o telefon çalabilir mi endişesiyle izledik. Neyse efendim gerçekten çok güzel filmdi. Yılmaz Erdoğan' dan pek haz etmem açıkçası ama Oscar yolunda da kendisine başarılar diliyoruz buradan :)


Geleneği bozmuyorum ve yaklaşık 5 aylık Arda' nın güzel bir karesiyle bitiriyorum. Şimdi şu güzelliğe bakınca insan nasıl kıyar; varsın ağlasın, varsın özgürlüğümü kısıtlasın..





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder