8 Temmuz 2014 Salı

New York, part.2/ en uzun gün :)

Merhaba sevgili okuyucu :) Bugün sizlere New York seyahatimizin sadece 1 gününü anlatacağım, zira kendisi yaşadığımız en uzun ve dolu gündü, ancak tek yazıda anlatılabilir..

NY'daki 4. günümüzde önce kiraladığımız arabayı Brooklyn'de teslim ettik. Daha sonra elimize birer adet "bagel" alıp yürüyerek Brooklyn Köprüsü' ne geldik ve "must" listemizde olan Brooklyn Köprüsü yürüyüşümüzü gerçekleştirdik. Şansımıza havanın da keyfi yerinde olunca, özellikle Boran'ın yeni oyuncağı GoPro ile muhteşem anlar kaydettik.







Şunu da bilmeyenler için not olarak düşeyim,  "bagel" Türkçe'ye açma olarak çevrilse de, aslında açma kadar yumuşak ve yağlı değil. Bir nevi halka şeklinde açma/smit arası kıvamda, ekmek gibi bir şey. Genelde arasına peynir, yumurta, jambon vs. vs. koyup kahvaltılık diye satıyorlar işte :) Biz bu yürüyüşte hafif olsun diye sadece krem peynirli bagel yedik ama boyutu çok büyük ve içi de full peynir olduğu için tabi ki yine fazla geldi hepimize. Sonraki günlerde evimizin olduğu semtte bir cafe keşfettik ki, işte orası gerçekten muhteşem peynirli ve yumurtalı bagel yapıyordu. Olsa da yesek :)



 

Manhattan'a geçtikten sonra yürüyüşümüze devam edip Wall Street' e vardık. Wall Street diyince bu seneki Oscar törenine, Oscar'ı alamayarak damga vuran sevgili Leonardo'mun muhteşem filmi (evet bence de haksızlığa uğradı) Wolf of Wallstreet' i düşünsem de, bizzat canlı olarak görünce burası bana fazlasıyla bildiğimiz Karaköy Bankalar Caddesi'ni anımsattı :) Caddenin sonunda meşhur Boğa heykeli var, bu da bizim Kadıköy Boğa Heykeli'ni hatırlatıyor :) Tabi ki adamlar artık bunu nasıl pazarlıyorsa önünde fotoğraf çektirmeyi bekleyen zilyon kişilik kuyruk vardı ve evet biz de bekledik, biz de çektirdik..




Caddenin en sonunda, nehrin kenarına gelince Özgürlük Heykeli' ne giden feribot turları var. Bir de ücretsiz hizmet veren Staten Island Ferry var, sürekli ring yapıyor Manhattan ile Staten Island arasında. Biz heykelin yanına gitmek yerine uzaktan seyretmek istediğimiz için bu feribota bindik. Ancak tam beklediğimiz gibi olmadı. Birincisi, bizim vapurlar gibi tamamen açık bir alanı yok, sadece kenarlarında balkon gibi bir açıklık var. İkincisi heykelin bayağı bir uzağından geçiyor, yine de görebiliyorsunuz elbette ama sanırım diğer turu tercih etmek daha mantıklı. Tabi hemen giden feribotla geri döndüğümüz için, çok vakit harcamamış olduk ve dönüşte yayılarak biraz dinlendik..

Bir sonraki durağımız yine yürüyüş yolu ile 9/11 Memory Anıtı idi, ancak anıtın yolu tadilatta olduğu için ve müzesini de o an bizde uyandırdığı olumsuz duygular sebebiyle gezmek istemediğimiz için tam yanına kadar gidemedik. Müze önünde zaten uzunca bir kuyruk vardı ama bence gidilmeli, görülmeli.. İktidar erklerinin kendi çıkarları uğruna, kendi halklarına neler yapabileceklerini görmek lazım. Hatta izlemediyseniz şu belgeseli de şiddetle tavsiye ederim. (Doğrudur, ben komplo teorisine inanıyorum, zaten bknz. bizim elemanlar da düne kadar kendi üssüne bomba atmayı konuşuyorlardı, hepimiz bizzat dinledik) Neyse, yine o karanlık tarafıma tamamen sapmadan konuyu değiştiriyorum :)
 
Tam bu noktada o günümüzün kaderini değiştiren aktiviteye geçtik, alışveriş :) Yani sanki 1 gün önce outletde gezen biz değilmişiz gibi, sırf "karşımıza Century21 çıktı, bir daha bu tarafa gelmeyiz, hazır önünden geçerken bir girelim" gibi bahaneler ile kendimizi içeri attık. Ve tabi ki sonra ordan çıkamadık, özellikle Duygu ve ben tamamen iptal olduk, aynı zamanda günün geri kalan kısmı için planladığımız geziler de iptal oldu. Boran ve Cem alışverişlerini bitirip sokağın karşısındaki cafede sanırım 2 saat bizi beklediler, yemeklerini yediler. Biz elimizde torbalar, bitap düşmüş ve aç bir şekilde çıktık Century21'den. Çok saçma değil mi? Bence de öyle... Peki daha saçma olan nedir dersiniz; o akşam "Sleep No More" a gidecek olmamız. Yani tempolu ve yorucu bir aksiyona, üstelik "eliniz boş gelin, içeriye cep telefonu dahil hiçbir şey alınmıyor" denilen bir yere elimizde alışveriş torbalarıyla, yorgun ve aç bir şekilde gitmemiz. Sırf bu yüzden Sleep No More' a tekrar gitmek istiyorum. Aslında sırf bu yüzden değil tabi, o deneyimi tekrar tekrar yaşamak isterim, o ayrı :)
 
Oraya gelmeden önce; Amerika'da alışveriş ile ilgili bir dipnot eklemek istiyorum. Evet çok şey aldık doğru, ama oradaki bu sonsuz arz meselesi benim gibi bir alışverişkoliği bile rahatsız etti. Yani çok garip, sürekli bir alma isteği, bütün mağazalar devasa, hep bir karmaşa, kalabalık.. Kabinde sıra, kasada sıra, herkes, hepimiz sanki sonsuz derecede bir şeyler almalıymışız gibi hareketler.. O kadar bunaltıcı ve yorucu ki.. Tüketim çılgınlığı diyoruz ya hani, biz henüz bir şey görmemişiz ama maalesef o yönde hızla ilerliyoruz. Alışverişten zevk alamadım resmen, çoğu yerde elime aldıklarımı sırf sıra beklemek istemediğim için, veya 3 katını gezdiğim bir mağazanın 4.katı da olduğunu görünce "eeeh yeter bea" dediğim için bıraktım. Çok garip, çok tuhaf, çok akıllara ziyan bir durum.. 
 
 


Veee, Sleep No More.. Yani ben bunu nasıl anlatacağımı bilemiyorum. İlk olarak Onur Baştürk'ün şu yazısında denk gelmiştim, -ki kendisi efsane özetlemiş olayı, mutlaka okuyun- ama elbette sonra unutmuşum. Duygu bu oyuna bilet alacağını söylediğinde de herhangi bir tiyatro oyunu diye düşündüm, aynı şey olabileceğini anlamadım bile, ki bu aslında bir oyun da değil, aslında tam olarak ne ben de bilmiyorum, belki de sadece performans demeliyiz :) Mekan The McKittrick Hotel diye eski bir otel, Chelsea tarafında.. Bence öncesinde otelin rooftop'ında bulunan Gallow Green adlı restaurant/barda vakit geçirmeli. Muhteşem bir yerdi, kalabalık daha çok bohem/hipster karışımı tarzda, oldukça sosyal ve şık.. Açıkçası biz belki yemek yeriz diye alışveriş yorgunu şekilde çıktık ve o şekilde gittiğimiz için nasıl pişman olduk anlatamam. Zaten rezervasyon ile çalışıldığı için bir şey de yiyemedik, oyun saatine 20 dk. kala keşfettiğimiz için tadını da çıkaramadık bu güzel mekanın. Bizim seans 8.00'di ve anladık ki 15 dk. da bir kapı açılıyor, insanlar gruplar halinde alınıyor içeri. İçeride vestiyer hariç sizi karşılayan, bilgi veren herkes vampir misali bembeyaz makyajlı, oldukça şık ve çekici. Hemen belirteyim, içerisi 1000 derece fln, ve sürekli bir koşturmaca halinde oluyorsunuz, dolayısıyla rahat ve hafif giyinmek lazım. Temel mantık şu, çoğunlukla siz girdiğinizde performans zaten başlamış oluyor, yani herhangi bir sahnenin ortasına dalıyorsunuz ve ne olup bittiğini çözmek epey zaman alıyor. Genelde kendinize bir karakter seçip onu takip ederek olayı kavramaya çalışıyorsunuz ve tabi ki bu takip sırasında binanın içinde dört dönüyorsunuz. Bazen karakterinizi gözden kaybedip başka bir karakterin peşine düşebiliyorsunuz, ki zaten yaklaşık 1.5 saatte olaylar en başa dönüyor. Toplam 3 tur oynuyorlar ve oyun her başa döndüğünde başka bir karaktere takılırsanız konuyu çözmek mümkün olabiliyor :) Ayrıca arkadaşınızdan, eşinizden, sevgilizden ayrılıp, tek tek takılmanız tavsiye ediliyor ama tabi insan bayağı bir ürküyor. İçerisi çok karanlık, zaten maske taktığınız için kendinizi tuhaf bir gerilim filmi setinde gibi hissediyorsunuz. Anlattıkça anlatırım ama anlatılmaz yaşanır cinsten bir olay, öyle söyleyeyim :)
 
Fırsatınız olursa mutlaka gidin, ama benim yaptığımı yapmayın, ya da yapın bilmiyorum, zira benim hikayem apayrı.. Şöyle ki, oyunun başladığı noktaya bizi ulaştıracağını söyleyen görevli arkadaş asansörü zifiri karanlık bir katta durdurdu ve "ladies first" dedi. Tabi ki en önde ben olduğum için ve tamamen sazanlıkla atladığım için o asansörden indim. Karanlıkta dönüp arkama bakmadım ama meğer arkamdan asansör hareket etmiş, yani sırf kitlenin merakını yükseltmek, tedirginliği arttırmak için beni yem olarak kullandılar :) Beni orada bekleyen ortaçağdan kalma bir tekerlekli sandalye ve hemşire kostümlü beyaz makyajlı ruh gibi bir oyuncuydu. O an bizimkilerin beni kandırıp "haunted house" a getirdiklerini düşündüm. Aklıma hemen Arda düştü, "telefonlarımızı bile vestiyerde bıraktık, burda bizi kesip doğrasalar kim bilebilir annem yavrum, küçücük çocuğum var benim" diye bağıra çağıra kaçmak istedim :) Yapmadım tabi ki.. Gerisini anlatmıyorum, zaten yeterince spoiler verdim. Belki de merak eder, asansörden inen siz olmak istersiniz, kim bilir?
 
Part.3'de görüşürüz, sevgiler :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder