19 Kasım 2014 Çarşamba

Antwerp, Belgium

Daha önce Amsterdam'a gittiğimde Fatoş'la birlikte trenle 1 günlük Paris seyahati de yapmıştık. Elbette Paris öyle 1 günde gezilecek bir yer değil ama en azından belli başlı yerlerini şöyle bir görme şansımız olmuştu. O dönem üniversite yıllarında "InterRail" yapmadığım için pişman olmuştum çünkü bence trenle Avrupa şehirlerini dolaşmak inanılmaz bir deneyim olmalı..

Bu sefer de gitmeden önce Amsterdam'a arabayla yaklaşık 2,5 saat mesafede olan Belçika'yı görelim istedik. Günübirlik gittiğimiz için (malum Kuzey bebek daha çok küçük, anneden gece ayrı kalamazdı) 2 şehrini gezebildik ama şimdilik yetti. Eğer bir gece kalabilseydik masal şehri olarak bahsedilen Bruges (Brugge)' ü de görebilirdik, artık başka zamana kısmetse :)






İlk olarak Antwerp (Antwerpen)' e vardık. Burası bir liman şehri. Ayrıca dünya pırlanta endüstrisinin %18 payı da buraya aitmiş. Dolayısıyla zengin bir şehir, zaten her şekilde de kendini gösteriyor. Burada nüfusun büyük bölümünü Yahudiler oluşturuyormuş, malum zenginlik nerede, onlar orada ya da tam tersi :) Bir çok Avrupa şehri gibi burada da Old Town ve New Town ayrımı mevcut, biz tabi ki yarım günlük zamanda sadece Old Town'da belli başlı tarihi ve turistik alanları görebildik. Bunların başında da Grote Markt geliyor. Burası zaten City Hall, Sint-Joris Guildhalls ve Brabo Fountain' ın bulunduğu ana meydan. Bir çok cafe ve restaurant burada ancak fiyatlar biraz turistik :) Ayrıca buradan şehri ring yaparak dolaşan bir de sightseeing tramwayı var ve şöför aynı zamanda rehberlik ederek gezilen yerleri anlatıyor. Kişi başı 10 Eur idi ve biz kısa zamanda her yeri görelim diyerek bindik ama şehrin en önemli noktası olan Central Station'da uzaktan görmek yetmez diyerek indik :) Yani biraz saçma bir durum oldu bizim için ama aslında bu tramwaya verdiğiniz 10 eur daily pass, yani vaktimiz olsaydı orada 1 saat geçirip bir sonraki turda yine binebilirdik, ki akıllı Japon turist teyzeler böyle yapıyorlardı, aklınızda olsun :)
Tramwayla ünlü MAS (Museum aan de Stroom) Müzesi' ni gördük, Pazartesi günleri kapalıymış zaten istesek de içini gezemezdik ama yapı olarak çok büyük ve çok ilginçti. Scheldt Nehri'nin kenarından geçtik ve muhteşem Stadspark'ı gördük, yine vakit bol olsaydı nehir kenarında yürüyüş yapmak ve parkta vakit geçirmek çok keyifli olurdu. Daha sonra Railway Bridge'i gördük, tramwaydan çok iyi fotoğraflayamadım ama gerçekten inanılmaz güzel bir yapı. Railway Bridge zaten Central Station'dan trenlerin çıkış noktası, dolayısıyla sonra da 2009'da Newsweek tarafından en güzel 4., bu yıl da İngiliz Mashable tarafından 1. seçilen bu yapıyı görmek için indik dediğim gibi.

Bahsedilen kadar var, gerçekten içerisi tarih kokuyor.. Adeta bir opera binası, bir katedral vs. güzelliğinde.. İnsan yine düşünmeden edemiyor muhteşem Haydarpaşa Garı'mızı yakıp yıkanların acaba yatacak yeri var mıdır diye.. Neyse..





Central Station' ın girişinin bulunduğu geniş cadde çok güzeldi ve bir çok restaurant / cafe vardı. Ayrıca Pazartesi olmasına rağmen gerçekten bayağı kalabalık ve hareketli bir noktaydı. Biz de burada yemek yedikten sonra şehrin ara sokaklarından yürüyerek arabamızı park ettiğimiz yeri bulmaya çalıştık :) Gezilecek, görülecek bir sürü yeri vardı açıkçası ama bunlar hep zamansızlık :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder